Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Batuhan Yaşar ile konuştu

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Batuhan Yaşar ile konuştu
11:12 - Ekim 29 2020 Perşembe

İhlas Medya Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’a konuşan Bakan Çavuşoğlu, dış politika gündemini değerlendirdi. Çavuşoğlu’nun sorulara verdiği cevaplar şöyle:

Macron’un açıklamalarıyla başlayan süreci ve Fransa’da yükselen İslamofobiye karşı AB’nin sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye, Avrupa’da hedef neden mi?

Sayın Cumhurbaşkanı ve Türkiye’deki partisi esasen Avrupa’da, özellikle de Fransa’da hedeften uzun bir süredir. Fransa yıllardır Türkiye’ye karşı bu kampanyayı yürütüyor. Fransa gibi BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi ve milyonlarca Müslüman vatandaşı olan bir ülkenin Cumhurbaşkanı, “İslam krizde”, “Aydınlanmış İslam yaratılmalı” diyebiliyorsa, var olduğunu hatırlatmak gerekir. burada bir problem. Aşırı sağcı bir partinin başkanının bu tür açıklamalar yapması bizi şaşırtmaz. Ancak önemli bir Avrupa ülkesinin Cumhurbaşkanı böyle konuşabiliyorsa burada bir sorun var.

Öte yandan, Fransız yetkililer sözde İslam’ı kontrol etmek için “Fransa İslam’ı” yaratmaya çalışıyorlar. Bunun için bir meşruiyet zemini sağlamak için bu söylemleri kullanırlar. “Radikal İslam” ile mücadele kisvesi altında bazı aşırı önlemler almaya da başladılar. AB’nin sessiz kalması şaşırtıcı değildi. Her zaman insan hakları ve demokrasi söylemleriyle öne çıkan ve diğer ülkelere öğretmeye çalışan AB ve AB ülkeleri yine başarısız oldu. Çünkü ayrımcılık, ırkçılık ve İslam karşıtlığına karşı mücadelenin hala ciddiye alınmadığını görüyoruz. Bu, esasen, Avrupa’da her alanda karşılaştığımız çifte standartların bir tezahürüdür.

“Artık sahada ve masada çok güçlüyüz”

Türkiye’nin dış politikasının tek başına kaldığı iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’ye karşı test ve karşı karşıya olduğumuz riskler çerçevesinde, sadece gelişmeleri seyrederek, giden gelgiti yakalayan bir ülke değil. Her konuda inisiyatif alırız ve gelişmeleri şekillendiren bölgesel bir oyuncuyuz. Sahada ve sofrada güçlü Türkiye idealimize bağlıyız. Güçlünün arkasına geçmiyoruz, ilkeli bir şekilde mazlumun yanında tarihin sağ tarafında duruyoruz. Vizyon sahibi ve manevra kabiliyetine sahip bir diplomasimiz var. “Girişimci ve İnsani Dış Politika” tam olarak budur. Atışların milli menfaatlerinin korunmasına yönelik temel adımları olan Türkiye ilkeleri olunca, bizler eksende kaymakta olduğumuz ya da yalnız kaldığımız yönündeki suçlamaları yeniden dolaşıma sokuyoruz. Başkanlığı sadece 2020 yılında 7 farklı organizasyonda üstleniyoruz. Kıdemli diplomatlarımız, BM, AGİT ve UNESCO dahil birçok uluslararası kuruluşta üst düzey pozisyonlara sahiptir. Son olarak Büyükelçi Volkan Bozkır, BM üyesi ülkelerin ezici çoğunluğuyla BM 75. Genel Kurulu Başkanlığı’na seçildi. Tek başına bu, Türk diplomasisine duyulan güvenin küresel bir tezahürüdür. 26 ülke ile Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği mekanizmaları kurduk; Üçlü, dörtlü ve çok taraflı formatlarda toplam 14 işbirliği sürecini hayata geçirdik. “Yeniden Asya”, “Dijital Diplomasi” ve “Antalya Diplomasi Forumu” gibi yenilikçi etkinliklerle ses getiriyoruz. Şu anda toplam 248 temsilcilikle dünyanın beşinci en büyük diplomatik ağına sahibiz. Kısaca anlattığım bu tablo, “yalnızlık” iddialarına en güzel cevaptır.

“Ermenistan yine savaş suçu işliyor”

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’yi Yukarı Karabağ’da sona erdirmek için nüfuzunu kullanmaya davet etti. Yukarı Karabağ’da devam eden savaş nasıl sona erecek?

10 Ekim’de Yukarı Karabağ’da ilk ateşkes ilan edildi. Aynı gün yaptığımız açıklamada, bu ateşkesin olumlu bir ilk adım olduğunu ancak kalıcı barışın yerini alamayacağını belirttik. Nitekim Ermenistan kısa sürede bu ateşkesi bozarak, Azerbaycan’ın çatışma bölgesinden uzaktaki Azerbaycan mevkilerine ve sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırılarını sürdürdü.

Daha sonra 18 ve 26 Ekim’de insani gerekçelerle ilan edilen ateşkesler de Ermenistan tarafından dakikalar içinde bozuldu. Ermenistan çocuk ve çocuk fark etmeksizin sivilleri hedef alarak savaş suçları işliyor. Ermenistan’ın sivilleri terörize etme ve öldürme politikası, Hocalı katliamının arkasındaki hastalıklı zihniyetin tezahürüdür.

BM Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası hukuk doğrultusunda kalıcı bir çözüm hedefleyen, sonuç odaklı bir müzakere süreci başlatılmadığı takdirde ilan edilen ateşkeslerin kırılgan olacağını baştan söylüyoruz. Buradaki konu, mürekkep kurumadan ihlal edilecek yeni bir ateşkes ilanı değil. Asıl mesele, çatışmanın asıl nedeni olan Ermeni işgaline son verecek kalıcı bir çözüm bulmaktır.

“Kaybedecek 50 yılımız daha yok”

KKTC’de seçim sonuçları açıklandı. Karşılıklı ziyaretler yapıldı. Türkiye’den sonra – Türkiye ilişkileri ve bunun Avrupa yansıması nasıl oluyor?

KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimleri Kıbrıs Türk halkının demokratik olgunluğuna uygun olarak yapıldı ve Kıbrıs Türk halkının iradesi Sayın Ersin Tatar lehine ortaya çıktı. 50 yılı aşkın süredir müzakere edilen iki taraflı, iki toplumlu federal model Kıbrıs sorununu çözmedi. Çözüm üretmeyecek bir modeli müzakere etmek için ne bizim ne de Kıbrıslı Türklerin kaybedecek 50 yılı daha yok. Adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüm Ada’daki gerçeklere dayanmalıdır. Bu çerçevede iki devletli çözümün de ele alınması gerektiğine inanıyoruz.

“Uluslararası mahkemeler tezlerimizi destekliyor”

Yunanistan ile ilişkiler her zaman bu kadar gergin mi olacak? Ege ve Akdeniz’de bizi neler bekliyor?

Türkiye’deki gerginlik ve gerginlikten bu yana kenara tutunacak vaktimiz yok. Nitekim Türkiye 2003 yılından beri gerginliği önlemek için partiye davet edilmişti. Kıbrıslı Rumlar 2003, 2007 ve 2010’da anlaşmalar imzaladılar ve bu süreçte tek taraflı olarak Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal ettiler. Kıbrıslı Türklerin rızasını almadılar ve haklarını alenen ihlal ettiler. 2006-07’de sismik faaliyetler yaptılar, bununla sınırlı kalmadı, 2011’de sondaj yapmaya başladılar. Bunun ardından KKTC ile deniz yetki sınırlandırma anlaşması imzaladık. KKTC, lisans alanlarını belirledi ve TPAO’ya lisanslarını verdi. Bu arada Türkiye’deki sorunların diplomatik kanallardan çözülmesi çağrımızı tekrarlıyoruz.

Tamamen kendi kıta sahanlığımızda yürüttüğümüz faaliyetlerimizin Yunanistan tarafından bir gerilim kaynağı olarak yansımasını anlamakta güçlük çekiyoruz. Yunanistan’ın bu bölgedeki iddiası uluslararası hukuka, uluslararası mahkemelerin içtihatlarına ve adalet ilkesine aykırıdır. Kıyılarımıza sadece 2 km uzaklıkta bulunan 10 km’lik Meis adası için 40 bin km deniz yetki alanı talep ediyorlar. Bu maksimalist talep temelinde Oruç Reis’in kendi kıta sahanlığında faaliyet gösterdiğini iddia ediyorlar. Bu tavrı kabul etmemiz mümkün değil.

Benzer dinamiklere sahip bu somut olaylar Meis adasına benzer niteliklere sahiptir ve yine diğer adalarla ilgili ise uluslararası mahkemelerin kararlarına itiraz etmek zordur ve Türkiye’nin tezini destekler. Daha önce de defalarca ifade ettiğim gibi, biz gerilimin yanında değiliz ve olmadık. Ancak ülkemizin ve Kıbrıslı Türklerin haklarını korumaya kararlıyız. Bu çerçevede gerekeni yapacağız, yapacağız.

“Yunanistan son üç yılda 74.000 mülteciyi geri püskürttü”

AB Suriyeli mültecilerle ilgili üzerine düşeni yaptı mı? Yunanistan’a Ege Denizi’ne geri itilmeleri konusunda tepki veriyor mu?

Ülkemiz, AB’den farklı olarak 18 Mart Anlaşması çerçevesinde üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmiştir. Ülkemizin çabaları sayesinde geçen yıl Avrupa’ya geçişler yüzde 92 azaldı. Öte yandan, AB pasifizm ilkesini ihlal etmiş ve yükümlülüklerini yerine getirmemiş ve Gönüllü İnsani Kabul Programını henüz başlatmamıştır. 4 milyon yerinden edilmiş yabancı için güvenli liman olan ülkemiz, son 6 yıldır dünyanın en çok mülteciye sahip ülkesi olmuştur. İnsanlığın ve AB’nin onurunu kurtaran ülkemiz, Suriye krizinin başlangıcından bu yana adil yük ve sorumluluk çağrısında bulundu. Ancak AB, 3 + 3 milyar Euro’luk desteğinin tamamını ülkemizdeki Suriyelilere henüz aktarmış değil. Yunanistan’a 100 bin sığınmacı için 3 milyar Euro veren AB, ülkemize de aynı oranda destek verseydi 120 milyar Euro katkıda bulunmalıydı. Öte yandan Yunanistan, son üç yılda 74 binden fazla sığınmacıyı hiçbir işlemden geçirmeden, kişisel eşyalarına el koyarak, yasal haklarını gasp ederek ülkemize geri itti.

“İdlib’de ateşkes için çalışıyoruz”

İdlib’de yeni bir anlaşma var mı? Türkiye gözlem noktasını yerleştirecek gibi mi değişiyor?

Cumhurbaşkanımızın 5 Mart 2020 tarihinde Rusya Federasyonu’na yaptığı ziyarette imzalanan Ek Protokol çerçevesinde İdlib’de ateşkesi sürdürmek için çalışıyoruz. Bu amaçla Rusya Federasyonu ile teknik düzeyde görüşmelerimiz devam ediyor. Gözlem noktalarımızın ve sahalarımızın, ilgili anlaşmaların gerektirdiği şekilde görevlerini güvenle yerine getirebilmeleri önemlidir. Öte yandan, sahada değişen koşullar da göz önünde bulundurularak, zaman zaman yeniden konuşlandırılmayı düşünmek veya gözlem noktalarını güçlendirmek doğaldır.

Yorumlar (0)
Yorumlar E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi